Jean Jacques Rousseau, “Parlak zeka, insanı bütün nimetlere kavuşturmaz” derken, Cicero da; “Zeka, tıpkı bir tarla gibi ekilmeye ve bakılmaya muhtaçtır” diyor…
Günlük yaşamımda ve çevremde yaptığım gözlemler, bana bu sözlerin haklılığını her fırsatta ispatlar durumda.
Gerçekten de sadece zeki olmak, hayatta başarılı olmak için tek ve yeterli etken değil. Tabi ki zeki olmanın yaşamımıza katkıları yadsınamaz ama başarıyı tek başına zekaya bağlamak da doğru değil. Dış faktörler, şans ve çevre zekaya işlerlik kazandırsa da, akıl ile birleşmeyen zeka başarıyı arttırmıyor gördüğüm kadarıyla.
Zekanın çeşitlilğinden söz ediliyor sık sık, duygusal zeka, sosyal zeka gibi ayrımlar yapılıyor. Benim bugün söz etmek istediğim bu çeşitlilikden ziyade zekanın akıl ile birlikteliği…
“Zeka beyin gücünü, kavramları kavramadaki ustalık ve çevikliği ifade eder. zekayı iyiye ya da kötüye kullanabilirsiniz; nötr bir kavramdır. akıl ise sağduyuyu, isabetli karar verebilme yetisini çağrıştırır; doğru ve mantıklı, vicdana uygun hareketler sergilemeyi öngörür.”
Sözlükler akıl ile zekayı bu şekilde ayrıştırıyor ki, tam da benim ifade etmek istediğim bu zaten. Örneğin okuduğunu çabuk anlayan, çabuk öğrenen bir insanın gerek akademik, gerekse günlük yaşam konusunda çok da başarılı olamadığının örneklerini çok fazla görmüş ve yaşamışızdır. Oysa, bize göre, parlak olarak nitelendirmediğimiz bir çok kişi de, mevcut zekalarını doğru yöne kanalize edecek akla ve bilinç düzeyine sahip oldukları için hayatta çok başarılı olmuşlardır.
Hayatta başarı nedir? Göreceli bir kavram olsa da, genel kanı bir çoğumuz için aynıdır. Okulunda, meslek ve/veya iş seçiminde, eş seçiminde ve para kazanma konusunda başarılı olan insanlar, hayatta başarılı sayılır ve öyle nitelendirirler. Diğer tüm koşullardan bağımsız olarak ele aldığımızda aklın etkisi daha net çıkar karşımıza. Aynı koşullarda yaşayıp, aynı okullarda eğitim alan iki genç insanı ele aldığımızda, aklını kullanarak kendisi için en doğruyu seçebilen bireyin, daha zeki olana göre başarılı olduğunu görürüz.
Kaç gündür bu konu çok ilgimi çekiyor. Özellikle bizim ülkemiz gibi, eğitim sisteminin zor ve karışık olduğu bir ülkede, gençler küçük yaşlardan itibaren bir sistemin içine çekiliyorlar. Herkes için olan bu sınavlar, bir grup genci olumsuz yönde etkilerken, bazıları bunun bir süreç olduğunu fark edip yaşamını ona göre programlayabiliyor. Üstelik bazıları bu karmaşanın içinde, hobilerine, yeteneklerine ve özel ilgi alanlarına da vakit ayırabiliyor. Fakat bir çoğu, bu süreci işkence gibi algılayarak, hem kendine, hem ailesine hem de en önemlisi zamanına yazık edebiliyor. Ne yazık ki, yeterli zekaları olduğu halde, yeterli bilinç düzeyine sahip olamadıkları için de başarıya ulaşmaları kolay olmuyor. Bu bir tercih midir, bir farkında olmamak hali midir? Bunun yanıtını ben bilmiyorum ne yazık ki, ama bildiğim ve gördüğüm şey, akıl ile bilinç ile desteklenmeyen zekanın, bizi her zaman istediğimiz yere götürmede tek başına yeterli olamadığı gerçeği. Yemekten çok fazla anladığımı söyleyemem, bu kızımın işi, ben sadece güzel yemeği severim. Ama başarı bir yemek ise, burada tüm malzemelerin dozunda ve kıvamında konulması gerektiğini öğrendim tecrübelerimle. Örneğin, tek başına makarna güzeldir ama sadece karnınızı doyurursunuz, oysa ona kattığınız yağ, tuz, ilave soslar ve en önemlisi sevginiz ile harikalar yaratabilir, gerek göz, gerekse damak zevkinize hitap edebilecek spesiyal bir ana yemek oluşturabilirsiniz. Zeka da aynı şekilde, tabi ki elimizde en önce olmazsa olmaz bir zeka malzememiz olmalı ve buna akıl, bilinç, sağduyu, farkındalık, sabır ve sevgi katarak başarıyı elde edebilelim.
Tüm bunların ışığında, elbette eğitim sistemimizin mükemmel olmadığını biliyorum ama akıl büyük oranda uyum yeteneğini de kapsadığı için, bulunduğumuz aile, ülke veya sosyal durumun koşullarına uymak da başarıya giden yolda kullanmamız gereken bir araç olarak çıkıyor karşımıza.
Üstelik aklımızı doğru kullanarak, hem çalışmaya, hem eğlenmeye, hem de hobilerimize zaman ayırma imkanımız mutlaka vardır. Zaman yetersizliği sadece organize olmayı bilmeyen insanların sığındıkları bir bahanedir. Sınav dönemlerinin hayat için bir kayıp değil, aksine kazanç olmasını sağlamanın tek yolunun bu süreci doğru kullanmak olduğunu düşünüyorum.
Tüm bunlar hayatta başarının altın anahtarı mıdır bilmiyorum, en az akıl kadar şans, kader ve öngöremediğimiz diğer faktörlerin de hayat başarısı üstünde etkileri olduğu hepimizce malum! Ama en azından kendi payımıza düşeni yaparsak diğerlerine daha az ihtiyacımız olabilir belki diye düşünüyorum. Tıpkı, piyango bileti almayan bir adamın, piyangodan para çıkmadığı için tanrıya serzenişte bulunması gibi, bizlerin de kendi payımıza düşeni yapmamamızın benzer sonuçlar doğuracağından hiç kuşkum yok.
Montaigne’nin bu sözü ile bitirmek istiyorum yazımı, “Tabiatın insanlara en adilce dağıttığı nimet akıldır derler; çünkü hiç kimse akıl payından şikayetçi değildir.” Buna benzer bizim de atasözlerimiz var mesela, “akıllar satışa sunulmuş, herkes kendi aklını beğenmiş” gibi…
Kıssadan hisse, ben kendi aklımca bunları düşündüm, paylaştım. Herkes kendi aklının yolundan gidecektir sonuçta…
Sevgiyle kalın..
