Edward Young’ın çok sevdiğim bu sözünü sizinle paylaşmak istedim; “Vicdan Tanrı’nın tatlı fısıltısıdır”…
Geçen gün “Zaman Vazgeçer mi?” başlıklı yazımı yazarken, orada kendi kendime sorduğum, “kime borçlu, kimden alacaklı hissetmeliyiz kendimizi” cümlesi epeyce düşündürdü beni sonrasında.
Yaşadığımız pek çok duygu içinde, “borçlu olmak” insanı gerçekten çok rahatsız eden, çok üzen, suçluluk hissettiren bir duygu. Borçların da çeşitleri var tabi, para borcu en klasiği. Vicdan borcu, can borcu, vatan borcu, genellikle bizim ülkemizde sıklıkla telaffuz edilen ama aslında neye hizmet ettiğini pek bilmediğim namus borcu…şu anda aklıma gelenler.
En klasiği, hepimizin en sıklıkla karşılaştığı “para borcu”. Günümüz koşullarında pek çok insanın kişilere veya bankalara borcu var. Tüketim çağında yediğimiz ekmekten, giydiğimiz kıyafete, bindiğimiz arabaya kadar herşeyi borçla almak üzere yönlendiriliyoruz. Bir tatile çıkıyoruz, 12 taksitte ödüyoruz, tatil bitip, anıları bile unutulduğunda, borcumuz yarıya bile inmemiş oluyor nerdeyse. Üzerimize aldığımız kıyafet eskiyip, el değiştirdiğinde dahi biz hala onu ödüyor oluyoruz. Bankalar bundan memnun, siz aldıkça onlar kredi kartlarınızın limitlerini artırıyor ve bu döngü hiç bitmeden devam ediyor. Gelirlerimiz hergeçen gün azalırken, giderlerimiz kar topu gibi büyüyerek devam ediyor. “Ayağını yorganına göre uzat” atasözü artık ne yazık ki pek çoğumuz için anlamsız, ayaklar o kadar çıkmış ki dışarı, yorgan sadece göğüs seviyemize kadar örtebiliyor üstümüzü…Ali’nin şapkası Veli’ye, Veli’ninki Ali’ye derken, sürekli top çevirmek ve borcu borçla kapatmak eğilimi içine giriyoruz. Hele bir de işin ucu kaçtıysa halimiz Yunan ekonomisinden beter oluyor. Bütün iktisatçıların söylediği gibi, borcu borçla kapatmanın size hiç bir yarar sağlamayacağı da zaten baştan belli. Bankalara veya kurumlara borçlu iseniz, ödeme zamanlarında çalan telefonlardan, gelen e-mail ve mesajlardan gına geliyor, bütün enerjisinizi tüketiyorsunuz. Sürekli bir stres hali içinde yaşıyorsunuz. Ama en azından arayan hiç tanımadığınız biri, mailler ise bir “delete” tuşu kadar etkisiz. Ama borcunuz kişilere ise, işte o zaman hayatınız kabusa dönüyor. Sizin zor durumda olduğunuzu bilen, kendi imkanlarını zorlayarak size destek olmaya çalışan bir arkadaşınız, dostunuzsa eğer borç aldığınız, inanın bana bunun yarattığı, üzüntü, utanç ve ezikliği başka hiç bir duygu ile yarıştıramaz ve anlatamazsınız. Boynunuz hep büküktür, her yaptığınızdan üzüntü ve utanç duyarsınız, asla rahat uyuyamazsınız. Mutlulukla, keyifle yaşadığınız bir günün ardından, yatağınıza yattığınızda, bir el boğazını sıkmaya başlar sıçrayarak uyanırsınız, kalbiniz sıkışır, kalp krizi mi, panik atak mı bilinmez bir hisle can havliyle kalkarsınız, bir su içmek, ya da pencereyi açmak istersiniz ama gücünüz öylesine tükenmiştir ki, yataktan çıkamazsınız. Hissettiğiniz bu suçluluk ve eziklik duygusu, yaşamdaki dengelerinizi de bozar, her keyfiniz yarım, her mutluluğunuz gölgeli olur. Yediğiniz yemek haramdır, su boğazınıza dizilir. İşte böylesine sevimsiz, kötü bir duygudur borçlu olmak. Şartlarınız değişmediği sürece, yapabileceğiniz pek bir şey de yoktur. Karşıdan bakan için keyif içinde gözükür ama aslında azap çekersiniz. Borç veren için de ayrı bir kabustur bu durum. Acıma, üzülme veya destek olma adına verdiği paranın geri dönmemesi ile hem maddi açıdan mağdur olur, hem de güvenini yitirir size karşı. Belki de çok daha kötü duygu ve düşünceler içindedir ama bunu örtmek için azami çaba sarfeder. Borç hem alan, hem de veren için son derece olumsuz sonuçlar yaşanmasına yol açar. Yine de maddi borç, alan eğer iyi niyetliyse, yani amacı sizi gerçekten dolandırmak değilse, bir şekilde kapanır. Belki biraz zarar edersiniz ama mutlaka size geri döner. Borç alan kişi, bu yükü ömür boyu taşıyamaz nihayetinde, bir yolunu bulduğunda zaten yapılacaklar sırasında ilk sıradadır ödemeleri. İhtiyacı sadece biraz zamandır. Hepimiz hayatımızın bir döneminde borçlu ya da alacaklı konumda kalmışızdır. Küçük ya da büyük para alışverişleri aileler, dostlar arasında olur kimi zaman. Ödeme kolaylığı olsun herkes için.
Vicdan borcu ise, ödenmesi ve geri dönmesi imkansız bir borçtur. Kırdığınız kalbin, acıttığınız canın, yerle bir ettiğiniz hayallerin telafisi yoktur ne yazık ki. Verdiğiniz sözün arkasında durmamak, oyalamak, aldatmak, kandırmak, alay etmek ya da hiçe saymak… Bunların hiçbirisi ne para ile ne başka bir ödeme aracı ile ödeyemeyeceğiniz borçlar yükler sırtınıza. Tek bir telafisi olabilir, o da içtenlikle özür dilemek belki. Ama inanarak, isteyerek ve yürekten gelen bir özür. Kırılan kalbi onarmak zordur ama imkansız değildir, yeter ki iyiniyet ve çaba gösterilsin. İsteyerek ya da istemeyerek kalbini kırdığımız bir çok kişi vardır hayatımızda. İstemeden incittiğimiz, sevgisine, saygısına, ilgisine karşılık veremediğimiz ya da farkında olmadan yok saydığımız bir çok insan geçmiştir yaşamımızdan. Eğer varsa bunlar için af diliyorum içtenlikle. Ama eğer bilerek, isteyerek, farkında olarak yapıyorsak bu hataları o zaman büyük bir suç var ortada demektir. Dünyanın en adil mahkemeleri bile yargılasa sizi, kendi iç mahkemeniz kadar adil ve gerçekçi olamaz, içinizi sızlatan vicdan azabı duygusuyla tanıştıysanız eğer. Din ve diğer bütün öğretiler, sevginin açamayacağı kilit, onarmayacağı kalp, pişman olup gelene açılmayacak kapı yok diyorlar ısrarla, örneğin Mevlana, “Mademki kendinde bir dert veya pişmanlık hissediyorsun; bu, Allah’ın sana olan yardımının ve sevgisinin bir delilidir.” diyor. Tanrı affedicidir, eğer tövbe eder ve gerçekten pişman olursanız sizi affeder diyor din kitapları, adalet de afferder bazen, af çıkar özgür olursunuz işlediğiniz suç her ne olursa olsun. Ama bunlar bile tatmin edici değildir, eğer gerçekten vicdanınızın sesine kulak veriyor ve sıkıntı duyuyorsanız. Kim affederse affetsin siz affetmezsiniz kendinizi, belki hata yaptığınız kişi bile sizden daha önce affetmiş olsa bile sizi. Yine de farkında olduğunuz zaman, içinizde yaşayan bir insan var demektir. “Nefes alıyor, kalbi var, hissediyor, benim farkımda” diye düşünürüm ben, ya hiç pişman olmayanlar için ne demeli. Onları kim affeder acaba? Derler ya, insanların hatalarının bedelini çocukları öder diye, ne acıdır ki hayatta bunun örnekleri ile çok sık karşlılaşırız. Bizim hatalarımızın bedelini masum çocuklarımızın çekeceğini bilmek bile bazen engel olmaz hata yapmamıza. Benden sonrası tufan der, devam ederiz yolumuza… Vicdan borcu çekmek için önce farketmek gerekir, kırdığının bir insan, bir değer olduğunu hissedip, farkedersen ancak bu borcun yükünü taşıyabilirsin. Aksi takdirde, olağan bir davranış gibi gelir yerleşir hayatına, kalp kırmak, can acıtmak. İstemeden hata yapanlara değil sözüm kesinlikle, “insan beşer, bir gün şaşar” der büyüklerimiz, hepimiz hata yaparız ve yaşadığımız sürece de farklı konularda hata yapmaya adayız. Yeter ki, hatalarımızı fark edip, önlem alalım, özür dileyelim. Bile bile hata yapanlara ise söyleyecek bir sözüm yok ne yazık ki, vicdanın olmadığı bir yerde, vicdan borcundan söz etmek çok anlamlı değil çünkü…
Bazen de sıkışıp kalırız Araf’ta. Kendi kendimizle itişiriz. Vicdan azabının dozunu kaçırır, yüreğimizi tüketiriz. Bu da boşuna bir enerji israfı ve boşuna bir telaştır aslında. Çünkü bazı hataların telafisi, bazılarının da telafiye değecek muhatabı yoktur. Onun için affetmeye önce kendinden başlamalı insan diye düşünüyorum, kendin ile yüzleşip, kendini affetmelisin ki, kalbin öfkeden, kinden arınsın, affedici ve bağışlayıcı olsun. Belki, önce kendini affederse insan, sıkıştığı kabuktan çıkıp, daha rahat bakabilir hayata..
Can borcu ya da namus borcu daha spesifik konular, benim çok bildiğim veya yakın çevremde çok konuşulan bir kavram olmamasına rağmen yine de namus olgusunun bir borç niteliği taşıması beni endişelendiriyor. Toplumumuzun ahlak, din ve etik değerleri ile namus kavramına bakışı, benim ya da benim gibi düşünenlerin bakış açısının tamamen dışında. Namusun iki bacak arasında algılandığı bir toplumda, bunun borcunu canıyla ödeyen bir adalet anlayışını hoşgörmem mümkün değil. Ayrımcılığın veya ilkelliğin en ileri gitmiş hali bu. Feminist değilim, hiç bir zaman da buna inanmadım, kadın hakları kavramı da bana ters, insan hakları demeyi tercih ediyourum daha ziyade ama erkeklerin yaptığı hataların bedelini, kadınların canı ile ödeyen bir geleneği veya anlayışı da şiddetle kınıyorum, her ne kadar şiddete karşı olsam da…
Dilerim ilerleyen günler hepimize mali ve vicdani borç yüklerimizden kurtulma şansı versin. Ahlaki değerlere bakışımızda, toplum vicdanının oluşmasında, adalet arayışında ve genel olarak ülkemizde ve tüm dünyada vicdanımızı rahatsız eden hal ve davranışlardan kurtulma imkanı bulalım. Farkındalığımız artsın, vicdanımızı rahatsız eden konularda sesimiz çıkabilsin. Vicdanımızı temizlemenin yolu, onu dinlemektir bence, “İyi bir vicdan en rahat yastıktır” diyor Brentano, huzurlu uykular için vicdanımızın sesine kulak verelim zaman zaman, belki bize bir şeyler fısıldar…
Sevgiyle kalın…