Bugünlerde dolap deyince aklıma hep bu ikilem geliyor. Hayatım boyunca yaptığım onlarca seyahat, hazırladığım onlarca bavul oldu… Kimi zaman kavuşmaya, kimi zaman hasrete hazırladım bavulları… Sevgiyle, mutlulukla doldurdum içlerini… Hatta gereğinden çok bile bazen. Hiç giyemeden geri getirdim çoğu kez koyduklarımı…
Bilenler bilir, bavul hazırlama konusunda iyiyimdir epeyce… Küçük alanlara bir çok şeyi ustalıkla yerleştiririm. Dolap konusunda da öyle… Oldukça düzenliyimdir, nice ev düzenleme uzmanına taş çıkarırım o kadar yani. Her ortama uyum sağlayabilecek bir düzen sistemim oluştu zamanla. Otel odasından, hastaneye kadar her yerde çabucak ev düzenine geçerim. Küçükken evcilik oynamayı severdim, hala o kız çocuğu gibiyim. Ordan oraya taşırım eşyaları, ta ki içime sinene kadar. Telefonla konuşurken elim yettiğince daha doğrusu kablo yettiğince çekmece-dolap düzeltmişliğim çoktur gençlik yıllarımda. Sonra kablolu hayat bitti ben de alanımı genişlettim haliyle…
Takıntılarım var elbette ki, tahmin ettiğiniz gibi düzensizlik en başta. Bu anlamda ne kadar eziyet verici olduğumu çocuklarıma sormak lazım… Bana kalsa mutluyum çünkü. Bir de son yıllarda çıkan koku hassasiyeti… öncesinde pek koku alamazdım, sürekli nezle olduğum için belki. Oysa şimdi özellikle de kedilerle yaşadığımdan beri sürekli koklanıyorum. Ve anladım ki, kokusunu sevmediğim kimseyi de sevemiyorum. Koku ile ilgili çok güzel filmler, yazılar var. Ben o kadar derinlikli anlatamam ama koku benim için çok önemli bir his oldu yaş aldıkça. Çocuklarım “anne kokusu” derdi, her yanıma geldiklerinde. Nasıl kokardım da öyle derlerdi bilmiyorum ama onlar nerde olsa farkeder, sevgi ile söz ederlerdi. Anladım ki koku, sevmek ile ilgili bir şey. Önce seviyorsun, kokusu içine işliyor, evlat gibi, anne-baba gibi, aşk gibi, yuva gibi, özlem gibi…sonra da hafızandan hiç çıkmıyor. Parfüm, detarjan değil tabi ki kastettiğim. Teninin kendi kokusu ile dış etkenlerin karışımı, kişiye özel, parmak izi gibi tek…
Kokusuna alışamayınca kendisine de alışamıyorsun bir insanın, önce o itiyor seni.
Koku ve dolap ne alaka diyeceksiniz ama çok alaka işte. Kokular her ne kadar serbestçe dolaşsa da, dolaplara hapsoluyorlar aslında. Senin dolabın senin gibi kokuyor. Dedim ya çok oynadım dolaplarla, düzeltmek için, taşınmak için, yenilemek için… Maalesef iki kez de bitişler için… İlkini, gözyaşları içinde, kokusunu içime çekerek, sanki yüreğimden koparılmış gibi boşaltmak zorunda kaldım… Acı ile en çok yüzleştiğim yer oldu dolabın önü. Bir dolap, bir hayat demekmiş orada anladım. Kapısını açıp kokusunu içime çeke çeke saatlerce ağladığım dolap, içi boşalınca tıpkı ben gibi kaldı. Bomboş… Dolabı boşaltamak en acısıydı, ciğerim söküldü zannettim. İçinden bazılarını çaldım adeta, ayırdım, sakladım… Çok canım yandı.
Diğerini ise, bir an bile tereddüt etmeden, öfkeyle, sinirle boşalttım. Yine de katladım, düzenledim elbette ama bana kalsa hepsini atabilir hatta yakabilirdim. O denli kurtulmak istedim, o denli çabuk uzaklaşmak. Önce dolabımı, sonra yüreğimi sıkan farklı bir can acısıydı bu da.
Canınız bir şekilde yanıyor, acının rengi, şekli değişiyor. Kalbiniz önce dağılıyor, sonra toplanıyor… Hayat biteviye akmıyor.
Beni iten o kokuyu da, içimdeki öfkeyi de hafızamdan silmem zaman aldı elbette. Ama anladım ki, hiç bir olumsuz duygu hafızada sevgi kadar barınamıyor. Unutmanın bir yolunu buluyor beynimiz. Mutsuzluğun ömrü, mutluluk kadar uzun değil eş deyişle. En azından benim cephemde öyle. Ben kine, nefrete zihnimde kalıcı yer açmak istemiyorum. Kısa süreli olmaları bile zararlı ama henüz o kadar kemale eremedim. Kalıcı olmaları ise zinhar mümkün değil. Bütün hayatımı saçma bir öfkenin, hırçın ellerine teslim edecek kadar vazgeçmedim asla kendimden.
Kafamın içini de çekmecelerim, dolaplarım, ofisteki masam gibi bir düzene sokmak istiyorum bazen. Çıkarayım ne varsa, öfkeler, kalp sızıları birer birer eksilsin hayatımdan. Önce onlardan kurtulayım. Çok derin olanları saklarım belki yine ama altlarda kalsınlar, gözüme ilişmesinler istiyorum.
Sonra sevinçlerimi, mutluluklarımı, sevgilerimi, beni ben yapan hüzünlerimi, kederlerimi dizeyim sıra sıra… hepsine bir kez daha bakayım, sarıp sarmalayayım ve arınayım. Yenilere yer açmak için eski, soluk hatıraları taşımak istemiyorum artık içimde. Kavgalarımdan, anlatamadıklarımdan uzak kalmaya, derlenip toparlanmaya ihtiyacım var. Sevdiklerimin kokularıyla dolu olsun istiyorum dolaplarım, sevdiklerime açılsın bütün kapılar. En sevdiğim yemekleri saklasın, en güzel giysilerimi korusunlar… Keyfe doldurayım bavulları, denizlerin kokusu, güneşin sıcağı yayılsın etrafa…
“Mesela neden senin odanda duran, sen sandalyende ya da çalışma masanda otururken, uzanırken, ya da uyurken, seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim? Neden değilim?” diyor Kafka, Milena’ya mektuplarda…
Hayatımızın güzel anılarına sahip, dopdolu, güzel kokulu, mutlu bir dolap için değil mi zaten tüm çabamız? Buzdolabı, elbise dolabı, ayakkabı dolabı…. yaşanmışlıklarımıza tanık değil mi her zaman? Ne yaşıyorsak onunla dolu dolaplarımız… Aç mıyız tok mu? İşte miyiz evde mi? Yalnız mıyız değil mi? Bir tek dolaplar değil mi sırlamızı saklayan?
2 Yorum “Hayatımın özeti gibi: İki Dolap…”
Ah cnm. Ya zaman da oyle bi yolculuga çıkardin …………dooooo…….
Çok teşekkür ederim. Vedalar zor oluyor…