Sevgili dostlar, bugün  yine bir kadın yazar ve onun en bilindik eseri Heidi’yi tanıtmak istedim.

Çocuk öyküleri yazmaya çalışan biri olarak beni her zaman çok etkileyen bu kahramanı, benim gibi bir çoğunuzun da severek izlemiş ya da okumuş olduğunuzu tahmin ediyorum.

Kimbilir kaç kuşağın çocukluğunun en sevimli kahramanlarından biridir Heidi. Çıplak ayaklı, tatlı gülüşlü, kırmızı yanaklı, yardım sever minik kız…

Önce yazarını tanıtmak isterim sizlere;

Johanna Heussler Spyri,  12 Haziran 1829’da Zürich kantonunda Hirzel’de doğdu, 1852’de hukukçu Bernhard Spyri’yle evlendikten sonra Zürich’e yerleşti ve yaşamının sonuna değin orada kaldı. Yazarlığa başlamadan önce bir evhanımıydı. İlk yazdığı kitap “Vrony’nin Mezarı Üzerine Bir Not” adını taşır. Aile içi şiddet hakkındaki bu romanı 1880 yılında yazdı. Ertesi sene hem çocuklar hem de büyükler için öyküler yazdı. “Heidi” de bunlardan biriydi. 

Spyri’nin çocuk psikolojisinden çok iyi anlaması, yapıtlarına üstün bir değer, bitmez bir ilgi kazandırmıştır. Heidi adlı romanında, İsviçre Alpleri’nde büyükbabasıyla birlikte yaşayan, keçi sürüsü güden, öksüz bir kız çocuğu anlatılmıştır. Kentte, yürüyemeyen sakat bir kız çocuğuna arkadaş olarak götürüldüğünde Heidi dağlardaki yaşamını, hasta olacak kadar özler ve yeniden büyükbabasının yanına döner. Kentteki sakat arkadaşı, Heidi’nin ziyaretine gelip yanında kaldığında yürümeyi başarır ve sakatlığı geçer. Romanda doğa, yetkin bir dille ve duygusal bir övgü içinde anlatılmıştır. Spyri’nin çocukların neşeli ve üzüntülü dünyalarına girebilme ve onlara erişebilme yeteneğiyle bunları yalın bir biçimde yansıtabilmesi kitaba büyüleyici bir değer katmış ve Heidi karakterini en önemli çocuk klasikleri arasına katmıştır. 1937’de Shirley Temple usta oyunculuğuyla Heidi’yi sinemada canlandırmıştır. 1923’te Altın Çiftlik adıyla bir Türkçe uyarlaması çıkan Heidi’nin daha sonra da çeşitli kısaltılmış çevirileri yayımlandığı gibi, Japon yapımcılarca hazırlanan bir çizgi filmi de TRT televizyonunda dizi olarak gösterilmiş, çocuk izleyicilerin büyük ilgisini çekmiştir.

Buraya kadar olan, hem yazarın, hem de öykünün görünen tarafı… Benim size aktarmak istediğim ise bilinenin ardındaki gerçek. Yazar, kullandığı simgesel dille, çok farklı bir gerçeği de anlatmak istemiş aslında.

Johanna Spyri, 53 yaşında yazdığı Heidi aracılığıyla, çıplak ayaklı çocuklar gerçeğinin üzerindeki toplumsal sır örtüsünü aralamayı hedeflemiş. Küçük kahramanı aracılığıyla, doğaya, insanlara, hayata Alpler’in öksüz kızının gözüyle bakarken, bütün Verdingkinder’lerin çocuk dünyalarına ve duygularına dikkat çekmeye çalışmış.

Peki nedir bu “Verdingkinder” ya da Türkçe karşılığı ile “Kurtarılmış Çocuk”  terimi. Biraz da buna bakalım.  İsviçre’de 1789 yılında 14 yaşından küçük çocukların fabrikalarda çalışmaları yasaklandı. Ama çocuk sömürüsü için yeni bir kapı açıldı ve İsviçre, 18. yüzyılın sonundan 1960’lı yılların başına kadar çocuk emeği sömürüsünün örneğine az rastlanan bir biçiminin uygulama alanı oldu. Devlete borcu bulunan ya da boşanan çiftlerin, fakir ailelerin çocukları, yetimler, ailesi cezaevinde olan ya da kendisi suç işleyen çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla, çalıştırılmak üzere başka ailelerin yanına yerleştirilirdi. Ancak 1974 yılında yasayla kaldırılan bu uygulamada, papazların önderliğinde ailelerden toplanan çocuklar çiftliklere kiralık olarak verilir veya şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında, dört yaşındaki çocuklar bile, ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa çıkarılırdı. Bu andan itibaren, çocukları arayan, sorunlarını dinleyen tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı. Çünkü toplumun gözünde onlar, suç işleyen, boşanan, fakir düşmüş ailelerinden “kurtarılmış” çocuklardı!

Böylece, ahırlarda hayvanlarla birlikte yaşayan, çoğu kez bir çuvaldan ibaret elbiseleri içinde hemen her zaman aç olan bu çocuklar, toplumsal hayatın olağan, sıradan bir parçası olarak kabul gördü. Bunun bir tür kölelik sistemi olduğu idrak edildikten sonra bile, uzun zamanlar boyunca İsviçre’nin konuşmaktan dahi kaçındığı bir tabu halinde üstü örtüldü.

Çoğu Verdingkinderin kaderi benzerdir. Fiziksel şiddete maruz kaldılar, aşağılandılar, işkence gördüler, salgın hastalıklara yakalandılar, tecavüze uğradılar hatta yaşamlarını yitirdiler. Ev dışında, ahırda veya bahçede yarı aç yarı tok yatıp kalktılar. Her gün küçücük bedenleriyle ağır şartlar altında çıplak ayaklarıyla çalıştılar. Hayvan bakımı, eşya taşıma, ev işleri ve daha fazlası… Ne kadar da kurtarılmış çocuklar öyle değil mi?

Evet. Heidi de bir Verdingkinderdi. Fakat gerçek Verdingkinderlere göre çok şanslıydı. Yazar Johanna Spyri Heidi’nin Verdingkinder olduğunu doğrudan belirtmemiştir. Belki de, kitabı yazmaya başladığı zamanlarda gelebilecek olan baskılardan çekindiği için sadece simgesel bir dille ifade etmeye çalışmıştır.

Hikâyeyi hatırlayalım. Zengin ve engelli olan Clara ve ailesinin yanında giden bir kız, büyükbabasının yanından zorla alınmakta, özlem çekmekte, bir gün evine döneceği inancıyla yaşamakta. Tek bir kıyafeti vardır ve yalın ayak dolaşır. Çizgi filmdeki diğer karakterlerin ayakkabıları varken, Heidi’nin yoktur; çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız bütün “köle çocukları” diğer çocuklardan ayıran keskin uçurumun en belirgin simgesidir.

Burada biraz “simge” den bahsetmek istiyorum. Simge, insanın “kavrama ve imgelem gücü”nü uyarır. Bunun yanında, yaşanmış duygu ve düşünceyle anlamlı deneyimleri “yeniden canlandırma”ya olanak verir. Simgenin işlevsel gücünü bilen ve Hermetik geleneğe bağlı ezoterik ekollerde çeşitli özgün simgelerle çalışmak önemsenmektedir. Bunun nedenini simgenin sağladığı olanaklarda aramak gerekir.

Simgesel dili kullanmak, yansıtıcı, gösterirken gizleyen bir özelliğe sahip olmak gibi pek çok çağrşım yapar.

Sypri, bu eserinde simgesel bir anlatımla,  çok büyük bir soruna vurgu yapmak istemiş belli ki.

Yazar Sypri; zamanına göre oldukça cesur bir konuya vurgu yaparken, bir anlamda çok da tehditkar ve cüretli davranmamış. Belki korkmuş, belki de farklı nedenlerden çekinceler yaşamış. Olayları içinde bulunduğu dönemlere göre değerlendirmek gerektiğine inanan biri olarak bugün daha iyi anlayabiliyorum bu tavrını. Ancak, vurgulamak istediğini bugün bile hepimiz anlayabiliyoruz. İşte simgesel dilin gücü bir kez daha ortaya çıkmış oluyor. Heidi, o zaman da, bugün de  ve gelecekte de “kurtarılmış çocuklar”ın bir simgesi olarak anılmaya devam edecek.

Günümüze gelince;  Birkaç yıldır İsviçre toplumu bu gerçekle yüzleşmeye çağrılıyor. Çünkü köle çocuklardan bugün hayatta olanlar bu tarihsel utanca tanıklık ederek o dönemin hiç olmazsa vicdanlarda yargılanması yönünde güçlü bir kamuoyu baskısı oluşturdular. Bu anlamda çalışmalar hala sürmektedir.

Dünyanın her yerinde, ülkemizde de halen buna benzer sorunlar devam etmekte, çocuklar her zaman suistimale açık bırakılmaktadır. Çok acı örneklerini sürekli izlediğimiz çocuk istismarlarına karşı direşken tavırlar sergilemekten kaçınmamalıyız.  Daha cesur adımlar atmanın yollarını aramalıyız.

Çocuklara yazmak, onların küçük beyinlerine güzel betimlemeler, güzel öğütler kazımak geleceğin büyüklerini iyiye, doğruya, güzele yöneltmek adına çok önemli. Uzun ve sabır isteyen bir yol bu elbette. Bu arada zarar görmeye devam edecek çocuklar için ne yapmalıyız, toplumsal bilinci ve farkındalığımızı nasıl geliştirmeliyiz? Sanırım çalışmamız gereken ilk ders bu.

Johanna Spyri 7 Temmuz 1901 yılında yaşama veda etmiş, kitaplarının gelirlerini savaş gazilerine bağışlamış, toplumsal sorunlara duyarlı bir kadın yazar olarak her zaman sevgi ile anılacak izler bırakmıştır.  2007 yılında Heidi 125 yaş kutlaması olarak yazarın resminin demir paralara basılması da bu izlerin bir göstergesidir.

Ben de  çağının ötesinde cesur adımlar atarak, geleceğe ışık tutan, ardında kalıcı eserler bırakarak “ölümsüzlüğü” yakalayan Johanna Sypri’yi  saygı ve minnetle anıyorum.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir