Yakın geçmişte hayatını kaybeden ABD’li yazar Ursula K. Le Guin’i anlatmak istedim bugün size.


21 Ekim 1929 yılında antropolog bir baba ile psikolog ve yazar olan bir annenin dördüncü çocuğu, aynı zamanda tek kızı olarak dünyaya gelmiş Ursula Kroeber Le Guin. Bilim kurgu ve fantezi edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Ursula, bu alanlardaki eserlerinin yanı sıra şiir, tiyatro, çocuk ve genç edebiyatı alanlarında da yazar ve çevirmen olarak  pek çok önemli esere katkıda bulunmuştur.

İlk romanı 1966 yılında yayımlanan Le Guin’in eserlerinde ağırlıklı olarak Jung’un, taoizimin, varoluşçuluğun ve yunan mitolojisinin etkileri görülmektedir. Yazar, başta Hugo ve Nebula olmak üzere pek çok ödülün de sahibidir.


LeGuin, teknolojik gelişmeleɾin değil, politika, toplumbilim ve psikolojinin öne çıktığı ve alteɾnatif toplum biςimleɾinin soɾgulandığı bilimkuɾgu yaklaşımının en önemli temsilcileɾindendiɾ.

Le Guin’in kaɾakteɾleɾi basma kalıp kahɾamanlaɾdan uzaktıɾ. Genç mükemmel kadın ve eɾkekleɾ yaɾatmayan yazaɾın kahɾamalaɾı genellikle yaşlı adamlaɾ veya koca kaɾılaɾ, cılız, sakat veya tecavüze uğɾamış ve intikam peşinde koşamayacak kadaɾ çaɾesiz çocuklaɾdan oluşmaktadıɾ. Bu haliyle Le Guin ɾomanlaɾı çaɾesizliği, yaşama cesaɾetini vuɾgulayan mütevazi göɾünümlü gizli biɾ ɾomantizim baɾındıɾmaktadıɾ. Oldukça sık kölelikten bahsedeɾ. Öncelikle köleliği tüm şatafatlı sembolleɾinden aɾındıɾıɾ. Köleleɾi, biɾ kölenin yalın ve itiɾazsız, itaatkaɾ dünyasında heɾ hangi biɾ şeyi soɾgulama yeteneğinden yoksun insanlaɾdıɾ. İsyandan bahsedeɾ, ama yanlışlıkla köle sıfatı taşıyan soylu kuɾtaɾıcılaɾdan yoksunduɾ hikâyeleɾi. Кadınlık ve eɾkeklik, çocukluk ve eɾişkinlik, kölelik ve sahiplik gibi zıtlıklaɾa vuɾgu yaρmaktadıɾ. Le Guin yalın ama şiddet dolu biɾ evɾeni yansıtıɾ. Şiddeti adlandıɾmaktan çekinmez. Özgüɾlük ve cesaɾet dolu biɾ dili vaɾdıɾ.


Kendisini oldukça çevreci, sıkı bir feminist ve biraz da anarşist olarak tanımlamıştır. Düşünceleri bazılarına ne kadar uçuk ve aykırı görünse de, fikirlerini ve görüşlerini kitaplarına yansıtmaktan hiç geri durmamıştır. Kesinlikle onunla aynı fikirde olunmasına gerek yoktur, aslında böylesi daha iyidir çünkü, okura farklı bir açıdan bakmayı öğretir. Ezberlenen bilgileri tekrar ettirmek yerine  farklı bir pencere açar; adeta, “hayata bir de bu taraftan bak” demek ister.

Aslında bir yazarı yazdıkları ve söyledikleri ile anlatmak belki de daha kolay; Örneğin  Ursula K. Le Guin, “Atmaca’nın Türküsü” ile, dağ başlarında kuşlarla konuşmayı, ağaçlara isim vermeyi, gerçek lisanı ve dilin büyüsünü, adın kıymetini ve büyümenin hayat boyunca bitmeyecek bir yolculuk olduğunu anlatıyor okuyucuya. Kadınlığı, “Kadınlar, Rüyalar ve Ejderhalar” ile anlatırken, insanı cinsiyetten ayrı insan olarak görmeyi öğretiyor.  Yeryüzünde yaşadığımızdan başka ihtimallerin olduğunu gösteriyor, evrendeki öteki olasılıkların kapılarını açıyor.

Carl Freedman’ın derlediği “Ursula K. Le Guin’le Konuşmalar”, 10 röportajı kapsayan bir kitap. Yazarın dünden bugüne değişen dönüşen hayatını ve kişisel hikâyesinin bazı yanlarını ortaya çıkarıyor. Kültürel farklılıkların saygı gördüğü ve kadının da erkeğin de eşit olduğu bir evde büyüyor. Evleniyor, üç çocuk ve dört torun sahibi oluyor. Anneliği ve yazarlığı her daim yan yana beraber yürütüyor ne sorumluluklarından kaçıyor ne yazmaktan vazgeçiyor. Kimi zaman şehir değiştirse de gittiği yerlerde uzun süreler yaşıyor. Farklı evrenler yaratıyor ama dünyaya ve bugüne olan sevgisinden vazgeçmiyor. Röportajları okurken bütün bu yumuşacık hakikatlere ortak oluyorsunuz. Ama ne kitaplarında ne sohbetlerinde özel hayatından bahsetmeyi tercih ediyor Ursula. Öğretmekten çok keyif almasa da yaşam boyu öğrenmeye inanıyor.

Röportajların odak noktaları Ursula K. Le Guin’in 1980’den 2006’ya kadar yazdığı kitaplar. “Karanlığın Sol Eli”nden, ”Mülksüzler”den, “Rüyanın Öte Yakası”ndan, “Hep Yuvaya Dönmek”ten, “Yerdeniz” serisinden sıklıkla bahsediyor. Kitaplarını anlatmak yerine onları eleştiriyor ve “bugün olsa başka türlü olurdu bazı yazdıklarım” diyor. Feminist ve anarşist okumalarla öğrendiklerinin hayata bakışını değiştirdiğini anlatıyor. Etkilendiği yazarlardan bahsetmekten çok hoşlanmıyor, çünkü bir kısmını es geçmekten çekiniyor ama Virgina Woolf’un hayatındaki ve dünyadaki öneminden bahsetmekten kendini alamıyor. Etkilenmediği yazarlardan bahsetmek daha kolay geliyor ona. Yazarların kişisel hayatlarından değil üretimlerinden söz ediyor, çiğlikten ve gerçek olmayan aşırı gerçekçilikten hoşlanmıyor.

Kitaptaki röportajları okuduğunuzda onunla ilgili söylenebilecek ne çok şey olduğunu görüyorsunuz; okurken aklınızın nefes aldığını, ufkunuzun açıldığını hissediyorsunuz. Ölene değin  yazmaktan vazgeçmeyen bir koca kadın Ursula K. Le Guin. Onu okudukça, deneyimi aklın ve hayalgücünün yeryüzünün ve gündelik hayatın geçiciliğinin ötesine taşıyan sınırsızlığını ve zamanın ne kadar kıymetli olduğunu fark ediyorsunuz.

Kendisi hakkında biraz daha bilgi sahibi olmak adına, sözlerinden bazılarını paylaşmak istedim sizlerle. Dünya görüşünü ve hayata bakışını kendi cümleleri ile çok güzel ifade etmiş.

“Eğer bir nesil cehaletin mutluluk olduğunu sanarak yetişirse, bir sonraki nesil cehaletini bile fark edemeyecektir.


Düşüncenin doğasında iletilmek vardır, yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir, ışığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.
Yaşamın geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı, ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir.

Bütün duvarlar gibi iki anlamlı iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığına bağlıydı.


Hiç kimse cezayı kazanmaz, ödülü de. Aklınızı hak etmek, kazanmak gibi fikirlerden arındırın, ancak o zaman özgür düşünebileceksiniz.


Bizim yaptığımız gibi, her şeyin önce bir ihtiyaç, sonra bir zorunluluk, en nihayetinde de tam bir çöplük haline gelmesine izin vermektense karışık teknolojiden istediğini alıp ihtiyacı olmayanı geri çevirebilecek cesarete ve karakter sağlamlığına sahip bir toplum hayal etmek hoşuma gidiyor.”

Öyküleri ile pek çok mesaj vermiş aslında ama ben en çok Ged’i seviyorum. Onun yolculuğu bana daha aşina, daha yakın geliyor…


Ged, yazarın en çok okunan kitaplarından Yerdeniz Öyküleri’nin baş kahramanı. Hikaye boyunca kendini, yeteneklerini keşfeden, büyüme sürecindeki sıradan bir genç gibi de çeşitli duygularının tuzağına düşen, başına gelenlerden sonra hırslarından, büyüklenme duygusundan, yersiz cesaretten ve acelecilikten kurtulan bir kahraman Ged. İlerleyen zamanlarda genç bir adam olarak yaptıklarının sorumluluğunu üstlenip ardındaki belayı kovalamaya başlıyor öyküde…


22 Ocak 2018’de 88 yaşında dünyaya veda eden Le Guin, eserleri ile hem cinsiyet ayrımını, hem de büyük ölçüde yaş farkını da ortadan kaldırmayı hedeflemiş her zaman. Eşitlik ve özgürlük erdemleri üzerine sorgulamalar yaparken, en çok da insan olma yolculuğunu anlatarak, hayatımıza anlam katmayı başarmış.


Öldükten sonra ardında kalıcı izler bırakmayı ve bu izlerle de bize hayatı anlatan Ursula Le Guin’i sevgi ile anıyorum. Fikirleri ve yapıtları ile yolumuza ışık tutmayı sonsuza dek sürdürecek…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir