Yine aylardan Kasım, yine mevsim sonbahar… Doğduğum ay olmasının dışında Kasım ayının fazlaca bir anlamı yoktu benim için aslında… Zamanla sevmeye başladım bu ayı ve sonbaharı…Ruh halimi, kendimi somut olarak görmemi sağlıyor çünkü… Ruhumdaki değişiklikler, sonbahar gibi, bazen fırtınalı, bazen süt liman… Aslında her zaman ilkbahar insanı olduğumu düşünür ve buna inanmak isterdim. Belki uzunca bir süre öyleydim de. Çünkü baharın gelmesiyle içim kıpır kıpır olur, doğanın tüm enerjisi, canlılığı bana da geçerdi. Kendimi canlanmış ve yenilenmiş hissederdim. Sonbahar biraz hüzünlü, biraz buruktu bana göre. Oysa şimdi kendimi daha çok sonbahar gibi hissediyorum.. Acaba ömrümün sonbaharına girmiş olduğumdan olabilir mi?? Sonbaharın renkleri her zaman beni kendine çeker, içimde farklı duygular uyandırırdı. Ağaçların, yeşilden, sarı ve kırmızının tonlarına dönerken oluşturduğu eşsiz renk uyumu her zaman hayranlık içinde izlediğim bir manzara oldu. Sonbahara hep anlamlar yüklenir, benzetmeler yapılır ya, bana da çağrıştırdığı pek çok sıfat var bu mevsimin.
“Romantik” bunlardan biri mesela, kuru yaprakların üzerinde sevgiliyle ele ele yürüme isteği uyandırır içinizde. Eller kenetlenmiş, sadece ayakların altında çıtırdayan yaprakların sesiyle saatlerce yürüyebilirsiniz, tek kelime etmeden.. “Hüzünlü” bir diğeri, ağaçtan her düşen yaprağın, ömrümüzden giden anlar olduğunu düşünür, hayıflanırsınız…Hayatın döngüsünü gözle görme imkanı verir, yaşlı ve kuruyan yapraklar, yerini, taze ve yeşil olanlara bırakır. Her yıl aynı manzarayı izlerken, yılların nasıl akıp gittiğini, hayatımızdaki her günün düşen yapraklar gibi yok olup gittiğini düşünürüm. Geçen günler ve benden alıp gittikleri, her yaprakta ayrı anlam bulur benim için. İlkbaharda yeniden yeşeren yapraklar ise, umutlarımın, heyecanlarımın, mutluluklarımın, hayatıma yeni girenlerin simgesidir adeta. “Melankolik” en sonuncusu, havadaki değişiklikler, ruh halimi de sık sık değiştirir, bazen yazdan kalma bir güne merhaba deyip neşelenir, bazen de tüm gün yüzünü karartan hava, benim de içimi karartır…
Yaşlanmak, yaş almak, büyümek, olgunlaşmak, her ne olursa olsun doğumgünlerimde çok mutlu ve heyecanlı olurum ben. Çok severim kutlamaları, şımartılmayı.. Arkadaşlarımın deyimiyle nerdeyse 40 gün 40 gece süren kutlamalar, iyi dilekler, hediyeler özel olduğuma inandırır beni.. Bu duyguya bayılırım..Küçük bir kızken de, kocaman bir kadın olduğumda da bende değişmeyen tek şey doğumgünü çoşkusu oldu, Kasım ayının tüm hüznüne inat, benim için neşeli, kutlamalı ve sürprizli olan bu günü hep çok sevdim…
İçimdeki ben ile, görünenin sık sık yer değişmesi de en çok bu ayda oluyor. Doğanın melonkolisi, içimdeki hüznü yüzeye çıkarıyor, doğumgünü neşesi ise, yüzümdeki hüznü içime akıtıp, şımarık kızın çıkmasına sebep oluyor. Yanımda olmayan, her yıl eksilen sevdiklerim, neşemi gölgelemesin diye ne kadar uğraşırsam uğraşayım, içimdeki yara daha çok kanıyor böyle günlerde. Her yıl birileri eksiliyor hayatımdan, kocaman kalabalıklardan, bir avuç kaldı yanımda, eksilen kadar olmasa da, yeni katılanlar, yeni canlar da var tabi, bana umut ve neşe katan. Dostlarım, sevdiklerim, ailem hep yanımda olsun, onlarla zenginleşeyim, dolayım istiyorum ama hayatın bu anlaşılmaz döngüsü buna izin vermiyor. Geçen yıl hastalığının kötü bir dönemindeyken bile, halsiz, yorgun sesiyle arayıp, doğumgünümü kutlayan can arkadaşım Şule’m bu yıl yok mesela, boşuna bekledim aramasını bütün gün:( Gözlüklerini takıp, bana mesaj yazmaya çalışan babacığımı kaybedeli 3. doğum günüm oldu… Hediyelerini görmeyim diye saklayan, bulmak için evin içinde köşe kapmaca oynadığım canım sevgilim, eşim ise 29. doğumgünümünden beri benimle değil… Daha nicesi aynı şekilde, şimdi farklı bir yerden bakıp, günümü kutluyorlar belki… Bir de canları sağ ama kalpleri başka diyarlarda olanlar var ki, onlar da başka yürek acısı…
Doğumgünüm ve Kasım ayı ile ilgili yazmayı düşünüyordum ama sanırım uygun ruh halini bulmak zaman aldı biraz. Kendimce en doğru zamanı seçip duygularımı paylaşmak istedim. Geçen gün bir ilkokul arkadaşımın facebook’ta paylaştığı “sene 965, mevsim sonbahar” şarkısı ve klibi bana ilham verdi.. Doğduğum zaman ki İstanbul ile şimdiki arasındaki fark inanılmazdı. Keyifle izledim klibi.. Sonra doğumumdan bugüne tanıdığım, hayatıma giren, ben de iz bırakan insanları düşündüm.. Binlerce anı, binlerce duygu biriktirmişim bu yaşıma kadar… Hayatıma gelen, giden, bir şekilde dokunan ne kadar çok insan olmuş..Hepsine minnettarım, bana kattıkları değerler, duygular ve anlamlar için… Yaşadığım acı-tatlı her gün beni şekillendirdi, ruhuma ve kalbime derin izler bıraktı, beni ben yaptı. Her ne şekilde olursa olsun, fiziken hayatımdan çıksa dahi, kalbimden hiç kimseyi çıkarmadım, çıkaramadım bugüne kadar. Benim olan bende kaldı. Sanırım benim de dünyadaki zenginliğim, hazinem bu… Yaşadığım olumlu-olumsuz her duygu, hüzünler, hayal kırıklıkları ve mutluluklar sonbaharın renkleri gibi, benim de hayatımın renkleri oldular. Dal oldum, ağaç oldum, yapraklarımı döktüm, yenilerini açtım ama giden hiç bir yaprağı unutmadım, bazen kalbimdekilerle, bazen yanımdakilerle arkadaşlık yaptım. Gidenin ardından gözyaşı döktüm kilolarca, gelene kollarımı ardına kadar açtım..Kimbilir belki gün gelip bende ulu bir ağaç olduğumda gölgemde masallarımı dinleyecek torunlarım olur ve o zaman bütün renklerimi anlatabilirim onlara… Ne geçmiş, ne gelecek değil bugün aklımdaki aslında, an’ı yaşamak ve bundan tad almak istiyorum. Kendimi ve barındırdığım renkleri seviyorum, onlarla kavga etmiyorum artık… Kabullendim, alıştım bu renk armonisine.. Hayatın hep pembe beyaz olmadığını, umutların hep yeşil kalmayacağını bildiğim gibi, “kara”lıkların da sonsuza dek sürmediğini öğrendim.
İyi ki doğmuşum, iyi ki bu kadar zengin ve rengarengim… Yüzümdeki gülümsenin keyif verdiği
tüm dostlarıma bende bir hediye vermek istedim, Sweet Nowember filminden unutulmaz sahneler ve Enya’nın muhteşem sesiyle “Only Time”…sizler için…Hep yanımda ve sevgiyle kalın…