Van Gezimiz Başlıyor

Merhabalar sevgili dostlarım,

Bugün size geçen hafta sonu yaptığımız Van gezimizden söz etmek istiyorum biraz. Seyahat etmeyi, yeni yerler görmeyi, yemeyi içmeyi ve dönüşte de anılarımı kaleme almayı çok seviyorum bildiğiniz gibi. O nedenle Van gezi teklifi gelince hiç düşünmeden evet dedim. Ve şimdi de iyi ki diyorum…


Öncelikle tur şirketimiz, rehberimiz ve tura katılan grup gerçekten çok başarılı idi. Hemen hemen hiç sorunsuz bir gezi oldu. Lalit Tur Emre hanım ve rehberimiz Özkan Bey’e ve tüm transferimizi sağlayan kaptanımıza bir kez de buradan çok teşekkür ediyorum.


Gezimiz Cuma sabahı çok erken başladı. Saat 9.00 civarı Van’a inmiştik bile. Uçağın hafif sallanmasını saymazsanız iyi bir uçuştu diyebilirim. Oldukça sis olduğu için Van’ı yukarıdan görme şansımız olmadı ne yazık ki.

Meşhur Van Kahvaltısı

İlk durak Sütçü Fevzi… Meşhur Van kahvaltısı ile başladı gün… Tamamen doğal ve yöresel ürünlerden oluşan zengin bir kahvaltı bu. Van kahvaltısı İsanbul’da da çok meşhur ama yerinde olmak ayrı bir keyif veriyor. Bildiğimiz lezzetlere adını ve tadını ilk kez duyduğumuz yeni ürünler de eklendi… Kavut- cacık, otlu peynir ve murtuğa gibi… Cacık ve otlu peynire aşinayız ancak kavut pek damak zevkime uymasa da reçel veya balla iyi gitti. Kavut, kavrulmuş ve dövülmüş tahıl ununun ki kara buğday olduğunu söylediler, şeker ya da tatlı yemişle karışımı şeklinde yapılan helva benzeri tatlı. Murtuğa ise, Tereyağı, un ve yumurtanın
muhteşem birlikteliğiyle oluşan bir başka lezzet…

O gün hava oldukça soğuk ve yer yer yağmurlu idi. Ama tadımız hiç kaçmadı. Enerji depolamıştık nasıl olsa… Gitmeden önce biraz tarih ve coğrafya bilgilerini tazelemek iyi olmuş. Gördüklerim daha çok yerine oturdu. Van ili nüfus bakımından bu bölgenin en büyük ili.  Kuzeyden Ağrı, batıdan Bitlis, güneybatıdan Siirt, güneyden Hakkâri illeriyle, doğudan da İran’la sınırlı. Üstelik Dünya’nın hâlâ yaşanılan en eski kentlerinden de biri. Van pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış kadim bir şehir. Özellikle Urartulular çok fazla yaşamış burada. Van’ın medeni tarihi Urartular ile başlıyor. Van, bugünkü Doğu Anadolu Bölgesi ve Ermenistan ile civarındaki toprakları kapsayan Urartu Devleti’nin merkezi olmuş çok uzun zaman.  

Çavuştepe Kalesı ve Son Urartulu

Mehmet Kuşman

Gezimiz Van’ın Gürpınar ilçesinde yer alan Çavuştepe Kalesi ile başladı. Van-Hakkâri karayolu üzerinde bulunuyor bu kale. Urartular tarafından MÖ 734 – 764 yılları arasında yapılan kalenin yarım asırdan fazladır bekçiliğini yapan Mehmet Kuşman ile tanışmak ise günün en güzel sürprizi oldu. Kendi çabaları ile Urartu dilini öğrenen 82 yaşındaki Kuşman, dünyada Urartuca yazan, okuyan ve konuşan 12 insandan biri. Kalenin bekçiliğini yapan Kuşman, Çavuştepe Kalesi’nde kendisi için yapılan ufak bir kulübede Urartu çivi yazısını taşlara işleyerek yaptığı kolye ve bibloları satarak geçimini sağlıyor. Hakkında birçok araştırma yapılan, kitaplar yazılan, belgeseller çekilen, yurt dışında birçok seminere davet edilen Kuşman emekliye ayrılmak için turizm sezonunun bitmesini bekliyormuş ne yazık ki… ‘Kayıp zamanın bekçisi’ Mehmet Kuşman’a sağlıklı uzun ömürler dileyerek ayrılıyoruz kaleden.

Van Hoşap Kalesi


Bir sonraki durak Hoşap Kalesi… Muhteşem bir kapıdan giriyorsunuz kaleye. İçi ayrı bir dünya. Yöre çocukları hikaye anlatır gibi hızlıca anlatıyorlar kalenin hikayesini… sonra annelerinin el emeği ile yaptıkları lif ve yazmaları satıyorlar. Güzel gözlü, güzel yüzlü çocuklar hepsi…Kalenin tarihini anlatmıyorum zaten kaynaklarda var ama aynı duygularımı bir kez daha hatırlatmak istiyorum… Zamansız olmak nasıl bir şey?

Sonra yine an’a dönüyor ve acıktığımızı hissediyoruz… Nordus Sofrası’nda buluyoruz kendimizi… Yemeklerin lezzetini anlatmam mümkün değil… Harika… Bu yörede yetişen Nordus diye bir koyun türü varmış, bir kaburgası fazla imiş diğerlerinden. Sütü de daha verimli. Buralarda birkaç Nordus koyununuz varsa başka bir şeye ihtiyaç olmaz diyor rehberimiz. Eti, sütü, yünü ile tüm ihtiyaçları karşılıyor çünkü. Restoran adını bu koyundan almış. Zaten yörenin etleri çok lezzetli. Burada da yine adını bilmediğimiz ama tadına bayıldığımız yemekler yedik… Mekan çok güzel, çalışanlar çok düzgün… Gerçekten çok keyif aldık… Keledos mesela… oldukça lezzetli bir yemek… Keledoş; et, nohut, buğday, yeşil mercimek, akpancar, tereyağı ve kurut malzemelerinin bir araya getirilmesiyle yapılıyormuş. Nasıl yapılır bilmem ama keyifle yendiği kesin…

Van Kedisi Nam’ı Diğer Pişik…


Artık gün bitmek üzere çok yorulduk ve son durağımız Van Kedileri… Van Yüzüncüyıl Üniverstesinin içindeki Kedi Villasındayız… Van kedileri ömre bedel. Pamuk tarlasına girmiş gibiyiz. Bembeyaz, tatlı minikler, harikalar… yüzebilen bir kedi türü imiş Van kedileri… bu villada oldukça güzel şartlarda açık-kapalı havuzlu, doğumhane, yatakhane ve gezinti alanlarının olduğu tertemiz bir ortamda yaşıyorlar. Ülkemize ve yöreye özgü bir tür oldukları için koruma altındalar. Yöresel adı “pişik” olan bu kedileri mama ile sevindirip, sevebilirsiniz. Biz de öyle yaptık ve mamayı kapan yanlarına koştu…


Nihayet otelimizdeyiz… Elite World Hotel, temiz, düzgün bir otel. Odalar ve yataklar rahat… Güzelce uyuyup günün yorgunluğunu atıyoruz…

İkinci Gününde Van


Ertesi gün 08.30 otobüsteyiz… Ver elini Nemrut Krater Gölü. Nemrut Gölü, dünyanın ikinci, Türkiye’nin en büyük krater gölü olması açısından da çok önemli. Yaklaşık 2 saatlik keyifli bir yolculuk var önümüzde. Bu kez yönümüz Bitlis’e doğru. Van gölünü pardon Van denizini aldık yanımıza, eşsiz manzaraya karşı koyulduk yola. Edremit-Gevaş ve nihayet Tatvan… Van gölünü turlayanın dilekleri kabul olurmuş. Bolca dileğimiz var nasıl olsa… Van halkı, gölü gerçekten deniz gibi değerlendirmiş. Plajları, bakımlı mesire yerleri ile burası cennetten bir köşe. Gölde her tür aktivite var. Su sporları yapılabiliyor. Özellikle Edremit gerçekten görülmeye değer. Gece yağan kar, dağların tepelerini beyaza boyamış. Yılın ilk karını da selamlamış olduk böylece… Doğa adeta oyun oynar gibi… Bir yanda güneş, bir yanda kar, sarı-mavi- yeşil… harika.


Ya da biz öyle sanıyorduk! Ta ki otobüsten inip küçük minibüslerle Nemrut Krater Gölüne çıkana kadar. Renklerle dansı orada görün asıl siz… Sonbaharı hiç bu kadar güzel görmemiştim. Renklere aşık oldum. Bir ağacın üstünde envai çeşit renk var. Sarı, turuncu, yeşil, kahverengi… İnanılmaz bir güzellik… Geç mi kaldık Van’a gelmek için diye düşünürken aslında bence en güzel mevsimi seçmişiz bilmeden belki de… Ama ilkbahar nasıldır kim bilir? Manzaraya tepeden bakınca kedinin gözleri gibi iki göl var. Biri mavi, diğer yeşil… Astım hastalarına iyi gelen bir gaz geliyor küçük yarıklardan. Eşsiz bir yer burası hem ruha hem bedene şifa… Obsidiyen taşları var bir de soğumuş lavlardan kopup gelmiş ruha şifa niyetine, alıp koyduk çantamıza, iyilikler getirsin hepimize diye… Doğanın mucizeleri de güzelliği de saymakla bitmiyor. Burada tesis yok, o da güzel. İstemesek de veda edip ayrılıyoruz bu eşsiz güzellikten.


Doğa elinden değil insan elinden çıkma başka bir yöne doğru çıkıyoruz yola. Şimdiki durağımız Ahlat Selçuklu Mezarlığı… Burası da bambaşka duygulara gebe. Yaşam ile ölüm aynı gün farklı renklerde gösteriyor yüzünü bize… Her mezar bir hayatın hikayesi. Zengin, yoksul, kadın, erkek, çocuk… bir gün varız, bir gün yokuz… Taşa yontulmuş her şey. Taş ustaları sanatları ile tüm hikayeleri sermişler gözümüzün önüne… Kocaman bir Açık Hava Müzesi burası. Mistik bir havası var gerçekten, etkilenmemek olası değil.

Bugün de bitti… Ne güzel ne renkli bir gündü… Gece odada pijama partisi. Kız kıza seyahatlerin en keyifli zamanları… Ertesi gün hareket saati 08.00, onun için partiyi erken kesip yatıyoruz.

Üçüncü ve Son Günümüz

Akdamar Adasına gidiyoruz bugün. Kısa bir otobüs yolculuğunun ardından tekne ile adaya geçiyoruz. Aktamar ya da Ahtamara… Adını belki kralın güzeller güzeli kızı Tamara’dan belki de kelime anlamı olan “tümsek”den almış olabilir, orası net değil ama gölün ortasında bir inci burası da…

Bir Ermeni Kilisesi mevcut adada, Surp Haç kilisesi. Kudüs’ten İran’a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç’ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik’in emriyle 915-921 yıllarında Mimar Manuel tarafından inşa edilmiş.

Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, mimari açıdan Ortaçağ Ermeni sanatının en parlak eserleri arasında sayılır. Kızıl andezit taşından inşa edilmiş olan kilisenin dış cephesi, alçak rölyef şeklinde işlenmiş zengin bitki ve hayvan motifleriyle ve Kutsal Kitap’tan alınma sahnelerle bezenmiş çok güzel bir yapı. Kilise bu özelliğiyle de Ermeni mimari tarihi içinde eşsiz bir konuma sahip. Batıdan başlayıp çevresini gezdikçe günlük yaşamdan, tarihe, dinden kültüre pek çok ipucu veriyor. Zamanın ustaları taşları öyle güzel işlemiş ki, görerek yaşıyorsunuz tüm tarihi…Adada her yer badem ağaçları ile dolu. Burası eminim ilkbaharda da doyumsuz oluyordur.


Dönüşte Van Müzesine gidiyoruz. Çok başarılı bir müze, zaten ödüle adaymış. Kronolojik sırayla Van’daki tüm uygarlıkları görme şansınız oluyor. Tarihsel gelişim ve yaşam şekillerini incelemek keyifli. Günlük kullanımdan, silaha, gelişen dokuma ve takı sanatına kadar her şey çok güzel belgelenmiş.

Onun ardından Van Kalesi… Kale oldukça yüksek ve sanırım benim biraz pilim bitti. Belli bir yere kadar çıkıp sonra sakin bahçesinde güneşin tadını çıkarmayı tercih ettim. Gelinlerin dış mekan çekimleri için tercih ettikleri bir yer burası. Takıları görmenizi isterdim… Buralarda bu işler daha kolay inanın…

Yaşasın Kadın Emeği


Ve bugünkü yemek molamız bir kadın girişimcinin restoranı olan Firavin’de. Sahibi Necla Hanım’la da tanıştık. İşinin başında, çalışkan… Böyle kadınların olması gurur ve umut verici…Yemekler de güzeldi. Ben son güne biraz rahatsız başladığım için pek tadına bakamasam da güzel olduklarını öğrendim yiyenlerden.


Artık alışveriş zamanı! Buraya kadar gelmişken, savatçıları ve güzel takılarını görmeyelim mi yani? Arapça “kara” anlamına gelen “esvad” sözcüğünden gelen savat, gümüş üzerine sürülen siyah renkli savat çamuru ile yapılan bir el sanatı imiş ve Urartulardan günümüze kadar gelmiş.  Bu sanatı yapan pek usta kalmasa da Binici ailesi bu misyonu yerine getiriyor ve gelecek kuşaklara aktarım yapıyor. Ustamız önce bu sanatın inceliklerini ve nasıl yapıldığını anlattı. Sonra hepimiz bu harika takılara daldık… Urartu medeniyetine ait motif ve figürler ile şehrin simge eserlerinin işlendiği takılar, hem yerli ve yabancı misafirlerin beğenisine sunuluyor hem de birçok ülkeye pazarlanıyormuş. Bizler de zevklerimize göre satın aldık bir şeyler…

Geldi Dönüş Zamanı

İşte dönüş zamanı geldi bile… Dolu dolu üç gün geçirdiğimiz bu güzel şehirden ayrılıyoruz artık. Yorgun ama mutluyuz… Gelirken asla önyargılı değildim ama beklentim bu kadar yüksek de değildi doğrusu. Ayrılırken ise bu kadar güzelliği içinde barındıran bu şehre iyi ki gelmişim dedim bir kez daha…Çok küçükken babam getirmişti bizi bu bölgeye, ama anılarımda sadece göl kenarında yediğimiz balık kalmış. Şehri hiç hatırlayamadım. Güzel anılarla dönüyorum bu defa. Elbette ülkemizin hemen her yerinde olan yozlaşma, göç, çarpık kentleşme burada da var. Olumsuz taraflar tabi ki mevcut ama iyiyi arayan gözlerin bulması da hiç zor değil.

Bin teşekkür bize bu güzel vatanı armağan eden Ata’mıza… Bin teşekkür bu güzellikleri korumak için var gücüyle çalışanlara… Yöre halkı dışında Üniversite şehre çok büyük katkılar yapmış, atanan bazı bürokratların da oldukça faydalı çalışmaları olmuş. Farklı dil, etnik köken ve dile mensup insanların yaşadığı bu kentte tarih boyunca süre gelen birlikte yaşama gelenekleri sayesinde daha da zengin bir kültür oluşmuş. Doğa zaten mucizevi. Türkiye’nin doğusuna denizi hediye etmiş adeta, suyun özgürlüğü, medeniyeti ve bereketi ile taçlandırmış buraları… İklimi sert, artık kışa teslim zamanı. Eskilerin deyimi ile 10 ay Allaha 2 ay Devlete bağlı bu bölgede yaşam. Kim bilir biz döndüğümüzden beri belki de bembeyaz olmuştur bile dağlar, şehre de iner yakında…


Yurdumuz çok güzel, gezilecek görülecek hayran kalınacak yerler çok fazla. Gidin, gezin, görün, tanıyın. Tanıyın ki daha çok sevin, daha çok sahip çıkın, daha çok teşekkür edin. Her yeni keşif yeni rotalar açacak önünüzde eminim… Ve korkmayın, yaşadığımız kentten daha zor değil hiçbir yer. Daha önce Urfa ile ilgili yazımda da benzer şeylerden söz etmiştim hatırlarsanız.

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun…


Cumhuriyetimizin 99. Yılını kutladığımız bugün de bize bu güzel vatanı emanet eden, bir karış toprağı için canını esirgemeyen Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını sevgi, saygı ve özlemle anıyorum. Ruhları şad olsun… Bayramımız kutlu olsun sevgili dostlarım. Gururla ve coşkuyla nicelerini kutlamak dileğiyle…

Gezimizden bir kaç kareyi paylaşmak istedim… Hiç bir fotoğraf tam yansıtamasa da biraz fikir verebilir belki güzellikler hakkında…

Sevgiyle kalın,

1 Yorum “SONBAHARDA VAN”

  1. Geri bildirim: BİZBİZE MARDİN - Yaşamdan Süzdüklerim

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir