Bu sefer kalkış saatimiz 06:30.. Tatile mi geldik, eziyete mi diyor, söylene söylene giyinip, kahvaltıya iniyoruz. Gözlerimiz henüz tam açılmamış.. Çalışma günü olsa belki de hiç açılmayacak ama işin ucunda gezmek ve aylaklık olunca ilk çaydan sonra kendimize geliyoruz.


Bugünkü rota, Budapeşte ve Bratislava.. Rehberimiz diyor ki, “yeni yıla nasıl başlarsanız öyle gider, sabah Viyana’da kahvaltı, öğlen Budapeşte’de yemek, ikindi Bratislava’da kahve ve gece Viyana’da yılbaşı partisi, bir günde 3 ülke, 3 şehir”. Bu çılgın plan hepimizi heyecanlandırıyor ve Santa’nın kaptanlığında yola çıkıyoruz. Santa, kurallara uyumlu, güzel ve sakin kullanıyor aracı, daracık sokaklarda yaptığı manevraları görseniz, adeta motorsiklet kullanıyor sanırsınız, o denli tecrübeli yani:)

Viyana-Budapeşte arası yaklaşık 3 saat. Yarım kalan uykumuzu tamamlayarak geçiyor yolun büyük kısmı. Yunanistan’a geçerken olduğu gibi, yine otobüsle sınırı geçiyoruz, ama burada ne bekleyen askerler, ne de sorgu sual yok. Ülke içinde dolaşır gibi, elimizi kolumuzu sallayarak geçiyoruz. Budapeşte’ye yıllar önce gelmiştim. O zaman da çok beğenmiştim bu şehri. Tuna nehrinin iki yakasına kurulmuş çok güzel bir şehir Budapeşte. Nehir üzerindeki köprülerin, hepsi birbirinden ihtişamlı ve güzel. Budapeşte’nin gündüzü güzel ama gecesi muhteşem derler, gerçi biz bu sefer gündüz görme imkanı bulduk ama yine de çok beğendik.

Buda ve Peşte şehrin iki yakası. Burada da binaların güzelliği hemen dikkatimizi çekiyor. Parlemento Binası, Kahramanlar Meydanı, yazın havuz, kışın buz pisti olarak kullanılan meydan (ki bu iki spor dalının mecburi ders olduğunu öğreniyoruz bu sayede) ve en sonunda Budin kalesi turlarımızı yapıyoruz.

Budin kalesinden baktığınızda şehir ayaklarınız altında bütün güzelliği ile uzanıyor. Kale çok kalabalık, pek çok turist var, farklı ülkelerden gelen. Kısa bir sürede gezimizi yapıyor ve şehre dönüyoruz. Doğu bloku ülkesi havası çok daha baskın. Viyana’nın zengin ve lüks görüntüsünün yanında, burası biraz daha geride kalmış gibi. Avrupa Birliğine girmek Macaristan’a güç kaybettirmiş, eskiden daha zenginken, ekonomi şimdi zayıflamış. Yatırımları daha çok turizme. Örneğin Avrupa’nın en iyi ışıklandırılmış kenti seçilmiş burası, elektiriğe kıymışlar yani, turizme destek için. Ben gezilerimi tek şehir şeklinde yapmayı seviyorum. Bu gezide de, Budapeşte benim için tadımlık oldu. Daha önce geldiğim için çok aldırmadım ama ilk kez gelseydim, tadı damağımda kalırdı. Nitekim turda herkes aynı duygu içine girdi. Çok fazla gezilecek ve görülecek yer var.

Gece halini herkes çok merak etti mesela. Osmanlı izleri bu şehirde de çok fazla. Macarlar soy olarak biz Türklere benziyor, onlar da Orta Asya’dan göçmüş ve bir şahinin rehberliğinde bu topraklarda yurt kurmuşlar. Bizim Asena efsanesinin başka bir şekli. Şehrin sembolü de bu kuş zaten. Burada da Osmanlılardan kurtuluş şerefine pek çok anıt var, Osmanlı istilaları Avrupayı oldukça korkutmuş zamanında…Erkeksi bir şehir Budapeşte, şehrin “o” noktası bir kadının düşünemeyeceği bir detay mesela:) tabi sadece bu değil, genel duruşu, vakur hali ve bende yarattığı izlenim bu…

Burası Viyana’ya göre, çok daha kalabalık. Gerçi yılbaşı günü orada olduğumuz için,muhtemelen bu güne özel bir kalabalık dolmuştu sokaklara. Rehberimizin önerisiyle o kalabalık caddede bir restauranta girdik ve gulaş çorbalarımızı içtik. Oldukça doyurucu ve lezzetli bir çorba. Restaurant ise sıradan. Daha önce geldiğimde çok otantik bir yerde yemiştim. Ama bu kısıtlı saatte orayı bulmam mümkün değildi. Cadde boyınca adım başı sıcak şarap ve vişneli pay satan tezgahlar var. Sokak tarçın ve karanfil kokuyor. Hava oldukça soğuk, elime bir sıcak şarap alıyor bu şekilde ısınmaya çalışıyorum.

Yılbaşı süsleri, renki peruklar, çılgın şapkalar tezgahlardan taşıyor. Yeni yıl kutlaması erkenden başlamış burada.. 1-2 saat vakit geçirdikten sonra, Bratislava’ya doğru yola çıkıyoruz. Dediğim gibi, burası sadece tadımlık. Açıkcası Budapeşte’ye ayrı gitmenizi öneririm ben

Bratislava, Slovakya’nın başkenti, yani eski Çekoslavakya’nın, Slovak kısmı, tabiri caizse bir avuç şehir. Minicik, resim gibi, sevimli bir kent. Avrupa Birliği en çok buraya yaramış. Maaşlar artmış, Bir çok fabrika merkezini buraya taşımış ve şehir çok gelişmiş. Tek ayak üstünde duran enteresan bir köprü, bu şehrin iki yakasını birbirine bağlıyor. Eski ve yeni şehiri bu köprü ayırıyor. Biz şehrin eski ve tarihi dokusunda kaldık. Yeni şehre geçmedik. Hani şehirlerin ruhu vardır diyordum ya, burası da yeni yetme, yaramaz bir çocuk gibi.

Sokaklarda enteresan heykeller var, örneğin çok meraklı olduğu için sürekli yolu gözleyen bir adam için minik bir heykel, çok şık giyinip kadınlara bakan Süslü Naci heykeli ya da kanalizasyondan çıkan asker gibi:) Çok şirin. Elbette her heykelin sembolik bir anısı var ama esas olan, şehre kattığı güzellikler. Bu şehir yeniden yapılanma sürecini çok güzel yaşamış ve oldukça gelişmiş. Bu ülkenin dini yok, halkın büyük bölümü ateist. O yüzden kilise desteği yok. Bir tane büyük kilise var, taç giyme kilisesi. Onun dışında fazlaca bir dini öğe yok. Burada da ufak meydanda yılbaşı ağacı kurulmuştu ve dev ekranda müzik yayınları yapılıyordu. İnsanlar ufak ufak akşam hazırlıklarına başlamışlardı. Bu gezimiz de 1,5 saat kadar sürdü. Bratislava keyifli ve güzel bir şehir. Neşeli bir hali var. Burada da Mozart’ın bir süre oturduğu evi görüyoruz. Kral yolu diye adlandırılan yol üzerinde güzel sanatlar fakültesi ve yine meydanda çok güzel bir opera binası var. Zamanımız oldukça kısıtlı ve hava da karardığı için bu şehir hakkında çok fazla izlenim edinemedim. Fakat şık ve keyifli kafeler, güzel hediyelik eşya dükkanları dikkatimi fazlasıyla çekti.

Tekrar yola çıktık ve 45 dk. sonra otelimizdeydik. Hazırlandık ve yeni yıl yemeğimizi yemek için Grinzing Meyhanalerinin olduğu bölgeye gittik. Geldiğimiz meyhana, eski bir yerdi. Masalar kurulmuş, yemek olarak, sebze çorba, şnitzel ve tatlı vardı. Ev yapımı tatlı bir şarap ve hemen çarpıyor:) Az ama öz menümüzü yiyip, müziğimizi dinleyerek yeni yıl havasına girmeye başladık. Türkçe şarkılar çalındı ve hep birlikte bunlara eşlik ettik. Müziğin birleştirici gücü, daha doğrusu sanatın büyüsü de burda saklı zaten.

Buranın sahibi, yaşlıca ama çok hoş ve bakımlı bir hanım. Aryalar söyledi bize, yine Rusca şarkılar söyleyen bir grup vardı. Eğlenceli ve keyifliydi. Saat 23:00 sıralarında oradan çıktık ve yeni yılı karşılamak için, meydana geldik. Pek çok meydanda, dev ekranlar kurulmuş ve konserler vardı. Biz belediyenin önündeki meydanı tercih ettik. İnanılmaz bir kalabalık vardı. Çoluk çocuk, yaşlı genç herkes oradaydı. İnsanlar müzik eşliğinde dans ediyor, içkilerini içiyor ve eğleniyorlardı. Belediye Binasının saati  tam 24:00’ü gösterdiğinde inanılmaz bir çoşku ile herkes birbiririn yeni yılını kutladı, ardından Johan Strauss’ın Mavi Tuna valsi çalmaya başladı ve meydanda bulunan bütün çiftler vals yapmaya başladılar. . Biz tek olanlar da yerimizde sallanarak onlara uyum sağladık.Gerçekten görülmeye değer bir manzaraydı ve çok keyifliydi.  Sonrasında ise müthiş bir havai fişek gösterisi vardı. İnanılmazdı… Hayatımda ilk kez bir yeni yılı ülke dışında karşıladım. Bu kadar büyük bir çoşku hiç görmemiştim şimdiye kadar. Gerçekten çok hoş ve değişik bir duygu. Benim için yorucu ama güzel bir gün  ve farklı, keyifli bir yeni yıl kutlaması oldu.

Bir süre burada oyalandıktan sonra diğer cadde ve meydanları görmek için yürümeye başladık. İnanılmaz bir kalabalık vardı. Herkes eğleniyor, içiyor ve şarkılar söylüyordu. Heryerde farklı konserler vardı. Yerler konfeti ve kırık cam parçaları ile doluydu. Uzunca bir tur attıktan sonra metroya vardık ve otelimize döndük. Bu kadar kalabalık olmasına ve bunca içki içilmesine rağmen, kimse kimseyi rahatsız etmiyor, herkes gönlünce eğleniyordu. Bizim için çok farklı bir durum bu…Hoşumuza gitti ve yine hayıflandık… Yurt dışına gidince insanın aklına en çok “neden” sorusu takılıyor. Cevap ise “Eğitim” de saklı sanki.. Belki bir gün bizde aynı uygarlık anlayışına kavuşacağız diye umuyorum.

Ertesi gün, dönüş stresi vardı üstümüzde… İş, ödemeler, bekleyen sıkıntılar.. bir süreliğine saklandıkları yerden çıkıp üstümüze gelmeye başladılar yeniden. Gitmek mi zor dönmek mi derler ya, bazen dönmek daha zor oluyor, dönmenin tek ve en güzel nedeni sevdiklerinize kavuşmak. Yoksa hep tatilde olmak istiyor insan.Kaçmak, ardına bakmadan kaçmak, sınırsız ve özgür olmak… Enteresan olan, ruhunuz sizden önce dönüyor olmanız gereken yere, bedeniniz boşuna bir direnç göstermekte sadece. Ruh çoktan stresi yüklenmiş ve yola revan olmuş bile…Pazar günü, son güne bıraktığımız bir kaç hediyelik alışverişimiz için dışarı çıktığımızda, gece bu şehirde hiç de kutlama olmamış gibi heryer tertemizdi. Sokaklar bomboş, hava hafif yağışlı, o da bizim gibi hüzünlü ve heyecanlı.. Dile kolay önümüzde yaşayacak daha 364 günümüz var.. Yeni yıl ve ondan beklediklerimiz… Burada geldiğimiz günden beri, sokaklarda satılan küçük domuz biblolarını görüyoruz. Şans getirdiğine inanılan biblolardan bizde alıyoruz birbirimize, benimki altın para yığınınn üzerinde oturuyor mesela… Dilerim gerçekten şans getirir … Sanırım şans hayatta bazen herşeyden çok daha önemli olabiliyor..

Gezelim, görelim, eğlenelim ama illaki dönelim ve dönünce sevdiklerinizi mutlu ve sağlıklı bulalım. Bütün arzum bu.

Yeni yıla nasıl girildiği önemlidir ama esas olan yılın nasıl sürdüğü ve tamamlandığıdır. Dilerim bu yıl hepimize güzelllikler, mutluluklar getirsin, herşey gönlümüzce olsun. Santa ya da Noel baba istediklerimizi getirsin, Allah da dualarımızı kabul etsin…Yeni yılın hepimize bol şans getirmesini dilerken, size bana son derece keyif veren mavi tuna valsiyle veda etmek istedim.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir