30 Aralık sabahı saat 07:30 sıralarında otelin uyandrıma servisinin telefonu ile uyandık. Hazırlanma ve kahvaltının ardından, koyulduk yola.. Kahvaltı da oldukça zengin ve güzeldi bu arada, ilave etmeden geçemiyeceğim..
Rotamız, Viyana Ormanları ve Baden.. Viyana ormanları deyince aklınıza Belgrad Ormanları gelmesin demişti rehberimiz, hakikaten öyle. Burası şehirden yarım saat mesafede, müstakil evlerin olduğu çok güzel bir yerleşim birimi. Evler çok şık, hepsi yeni yıl dolayısıyla süslenmiş, bahçeleri bakımlı. Sessiz, sakin oldukça dinlendirici. Bizim şehir dışındaki yerleşim yerlerimize benziyor, doğa ile başbaşa kalabileceğiniz harika bir yer. İlk durağımız temelleri 12. yy ‘a kadar giden Lichtenstein Şatosu.

Avusturya’nın önemli ailelerinden biri olan Lichenstein ailesi burada yaşamasa da şato hala onların, bakım dolayısıyla kapalıydı, içine giremedik ama dış görünüşü bile çok güzeldi. Uyuyan Prenses’in şatosuna benzettim ben. Ağaçların arasına gizlenmiş, gizemli ve romantik bir havası vardı. İçine girmeyi çok isterdim ama mümkün olmadı. Hemen yakınında bir huzur evi inşa edilmiş. Etrafta dolaşan çiftler, yaşlılar vardı. Öylesine sakin ve huzur verici ki bu görüntü, “burada insan ölmez” dedi turdakiler. Sessiz sakin ama çok uzun yaşamak ise tercihiniz kuşkusuz burası onun için ideal bir yer. Bana pek uymadı, belki sadece bir kaç gün ama sonra sıkılırım gibi hissettim. Burda biraz mola verip, fotoğraflar çektikten sonra yola devam ettik. Yine güzel evlerin olduğu köylerden geçerek, Avrupa’nın en büyük yeraltı gölü olan Seegrotte’e geldik.

Yerin 79 metre aşağısında geçmişte kömür madeni işletmek için açılan tüneller trajik bir patlamanın yeraltındaki su kaynağını madene taşıması sonucunda devasa bir yer altı gölünü meydana getirmiş. Patlamanın olduğu sırada madende çalışan işçilerin büyük çoğunluğu madene bir anda dolan suyla boğularak hayatını kaybetmiş. Hatta onların anısına burada küçük bir şapel bile var. Madencilerin koruyucusunun İznikli Barbara olduğunu da öğreniyoruz bu vesile ile. Daha sonra su pompalama sistemiyle dışarı çıkratılarak bu düz alan Naziler tarafından bir uçak fabrikasına dönüştürülmüş. Hikaye oldukça trajik, burayla ilgili pek çok kaynak bulabilirsiniz, ben sadece bende yarattığı hisleri sizinle paylaşmak isterim. Burası gerçekten görülmesi gereken bir yer bence, eğer bu taraflara yolunuz düşerse, bir uğrayın derim. Isısı 9-12 derece olan dar ve karanlık tünellerden geçip, oradaki çalışma koşullarını görmek ürkütücü. Tünelin sonunda yeraltı gölüne ulaşıyorsunuz, burası entersan bir yer, altı düz ve elektrikle çalışan sessiz bir tekneye binip, gölü turlamaya başladık. Derinden gelen klasik müzik sesi, dinginlik ve sessizlik, insanı adeta büyülüyor. Orada ölen insanların ruhlarının sessizce aranızda dolaştığını hissediyor ve ürperiyorsunuz. Bambaşka bir duygu bu. Bıraksalar o gölde bir kaç tur daha atmak ve o sessizliğin sesini dinlemek isterdim. Bir yandan huzur öte yandan korku salan bir duygu alışverişi var burda. Gerçekten etkileyici. Üç silahşörler filmi burada çekilmiş, bence bir film çekimi için bundan daha güzel bir doğal plato olamaz.
Sonra yolumuza devam ettik, bu seferde, Prens Rudolf ve sevgilisi Maria Vetsera’nın intihar ettiği ve tarihte Mayerling faciası diye bilinen olayın olduğu av köşküne geldik. Belki filmini izlemişsinizdir. Acıklı bir aşk öyküsünden yola çıkarak çekilmiş bu film. Bu hikayenin de farklı versiyonları var ama ben en çok “aşk için intihar ettiler” temalı olana inandım…

Diğeri oldukça sıradan bir politik durum gibi geldi ve fazla heyecanlandırmadı beni, sanırım romantik tarafım bunu yok saydı yine.. Aslolan hangisidir bilmiyorum ama ben çapkın Sisi’nin çapkın ve evli oğlu Rudolf’un, sevgilisi ile birlikte olmak için kaçtığı bu av köşkünde, bir romantizm ve aşk kokusu aldım..Doğru ya da değil, bir aşk yaşanmış ve bunun bedelini canlarıyla ödemiş iki genç insanın ruhu burada da sarıyor sizi ve farklı hisler yaşamanıza neden oluyor.

Dedim ya Viyana bir kadın şehri ve benim gibi duygusal biri için oldukça çekici. Burada romantizm ve aşk şehre büyü katıyor ve bu duygu burada çok iyi sunuluyor. Avusturyalılar, romantizmden bile para kazanmayı biliyorlar, bunu bir pazarlama tekniği olarak oldukça başarılı bir şekilde kullanıyorlar diye düşünebilirsiniz ki benim aklımdan da geçmedi değil. Ama kime ne zararı var. Hayatın keşmekeşinden kaçıp tatile geldiyseniz, korku filmi veya dram değidlir ki beklentiniz. Çoğumuz, hele biz kadınlar, romantik hikayeleri zaten çok seviyoruz, üstelik tatilde ve kafamız boşken, ruhumuza en iyi gelen hikayeler bunlar değil mi? Günlük hayatta onay vermediğimiz değerler, tatilde daha hoş, hele eskiden yaşandıysa çok daha naif geliyor ve ilgiyle dinliyoruz. Hepimiz romantizmi özlemiyormuyuz aslında? Bizim için bir şeyler yapacak, tabuları yıkacak biri değil mi arzumuz? Kalıplara sıkışıp kalmış, kabuğundan çıkamayan sıradan hayatlar kimin için cezbedici olabilir ki?
Herneyse; turumuzun son duragi ise kücük ve sirin, parklari ve cicekleriyle meshur bir kaplica kenti olan Baden. Bu sevimli şehirde de minik bir tur attıktan sonra Viyana’ya döndük. Burası ile ilgili aklımda kalan, Sisi’nin sık sık yemek yediği restaurant ve Türk hamamları oldu.

Tabi ki Sisi’den geri kalmamak adına bizde öğle yemeğimizi burada yedik. Orta Avrupa’da tüm kentlerde Veba anıtları var. Vebadan çok fazla kişi öldüğü için, bu hastalıktan kurtulduklarında, şehir meydanlarına şükür için anıtlar yapmışlar, üzerinde melek motifleri olan bu altın varaklı anıtlardan Baden’de de vardı.Bethoven 9. senfoniyi bu şehirde bestelemiş.
Viyana’ya döndüğümüzde akşam üzeri olmuştu, hazırlanıp konsere gitmek için tekrar yola çıktık. Konser Binası yani Kursalon, çok güzeldi, Sisi ve Franz Joseph’in ilk vals yaptığı yermiş burası, ama konserin olduğu salon çok hayal ettiğim gibi değildi.

Oda orkestrası konser veriyordu. Mozart ve Strauss’un daha bilindik eserlerinin çalındığı bir konser, ufak bir opera ve vals sunumu da vardı. Yani daha ziyade, sıkıştıılmış bir tanıtım gibi. Yine de çok güzeldi. Gerçi önceden planlayıp, güzel bir konser izlemek isterdim ama bu tadımlık bile oldukça keyif verdi bana.

Viyana, güzel, hoş ve zarif bir şehir. İnsanlar sakin, telaşsız, şansımıza hava da çok güzeldi, soğuktu ama yağış olmadığı için rahat dolaşabildik. Fakat yine de kasvetli bir havası var, saat 4 olduğunda gece gibi oluyor. İnsanlar sokaklarda dolaşmıyor. Bizim alışageldiğimiz kargaşa, ses yok. Dingin bir şehir. Düzenli, sistemli, kuralcı… Bu gezide ilk defa saray ve müze dolaşamadım. Oysa bunu da arzu ederdim, daha çok dış mekanlarda vakit geçirdik ama yine de keyifliydi.
günde oldukça yorgun olarak döndüğümüz için hemen uyuduk, sabah erkenden Budapeşte ve Bratislava için yola çıkmamız gerekiyordu çünkü…
Devamı var….
