Günaydın sevgili dostlarım, tahmin edersiniz ki bana en iyi gelen şey yazmak. Buna rağmen hep zamansızlık bahanem vardı. Şimdi fazlasıyla zamanım ama bir o kadar da kaygım var demek ki, istediğim yazma performansımı gösteremiyorum. Aslında aklımda bir yazı dizisi var, “korona günlükleri”.


İşe sevgili lise arkadaşlarımdan içinde bulunduğumuz günleri tek bir kelime ile ifade etmelerini isteyerek başladım. Sağ olsunlar beni kırmadılar ve kelimelerini yazdılar. Şimdi hem onlardan hem de kendi düşüncelerimden bir çıkarım yaparak ilk yazımı yazmaya başlıyorum…

Korona Günlükleri 1


Kim derdi ki 2020 yılı hepimizin hayallerinin ötesinde bir yıl olacak. Oysa ne umutlarla başlamıştık her yıl olduğu gibi ama daha ilk günlerden kötü yüzünü göstermeye başladı. Deprem, çığ felaketi, şehitlerimiz, uçak kazası ve şimdi de Korona… Bireysel sıkıntılarımızı hiç saymıyorum bile… Korona dışındakiler ülkemizi etkileyen, bizi çok üzen olaylardı oysa bu virüs ülkeler hatta kıtalar üstü. Hepimizi eve hapseden, kaygıya düşüren, hayatı durduran bir olay. Pek çok duyguyu iç içe yaşıyoruz, en azından ben öyleyim.


Bir yandan hayatı yavaşlatmanın huzuru, öte yandan içine düştüğümüz derin kaygı… o kadar çok koşmuşuz ki durmayı unutmuşuz. Kızım bana “anne sana stop düğmesi koymayı unutmuşlar” der hep bir yerlere, işlere yetişmeye çalışırken… ben basmayı unutsam da birileri sıkıca bastı işte…

Hayat bize bir mesaj veriyor bir taraftan, kendimizi çok yukarda gördüğümüzü, değerlerimizi yitirdiğimizi ve aslında bir “hiç” olduğumuza vurgu yapıyor. Günlük telaş ve koşturmalar içinde ne kadar çok şeyi kaçırdığımızı, hırslarımızın aslında ne kadar anlamsız olduğunu, yok etmeye çalıştığımız doğanın gücünü en çarpıcı şekilde seriyor gözlerimizin önüne…


Diğer taraftan ciddi bir GÜVEN sorunu yaşıyoruz. Bize aktarılan bilgiler ne kadar doğru, ne durumdayız bilmiyoruz. Bu da hepimizi derin bir ENDİŞE ve BELİRSİZLİĞE sürüklüyor. Her gün daha kaç kişinin bu virüse yakalandığını, kaç kişinin hayatını kaybettiğini merak ediyor ve evet çok KORKUyoruz. İnanılmaz bir bilgi kirliliği var, herkes yorum yapıyor, herkes bir şeyler söylüyor ve bu derin KARMAŞA bizi daha da olumsuz etkiliyor.


Mizah bu günlerde yine en tutunduğumuz şey. Seviyoruz kendimizle eğlenmeyi, ağlanacak halimize gülmeyi ve bu açıdan da olsa biraz kaçmayı. Korku ve paniğimizi mizahla örtmeye çalışıyor, kendimizce işi hafife alıyoruz.


Söylenenleri doğru analiz edecek birikimden yoksun olduğumuz için yaşlıları günah keçisi ilan ediyoruz mesela. Çünkü her olayda mutlaka bir suçlu olmalı. Oysa 65+ suçlu değil, aksine madur ve kaygıları çok daha derin. Sadece kendileri için değil çocukları ve torunları için de endişe ediyorlar. Büyük bir kısmı yalnız. Diğerleri ise evdeki gençlerle zaten haşır neşir, ya da çalışmak zorunda. Aslında hepimiz yalnızız. Çünkü sen otur, sağlığına bak, biz sana bakarız, zararını karşılarız diyecek güçlü bir devletimiz yok arkamızda. Akışa kapıldık gidiyoruz yine. Kendi OHAL’imizi ilan ettik, ama bu kez de gelecekten kaygılıyız. Eğer bu süreçten sağlam çıkarsak başka bir kaosun bizi bekledğini biliyoruz.


Uyum sağlamaya çalışıyoruz içinde bulunduğumuz günlere. ALIŞKANLIKLARIMIZI DEĞİŞTİRDİK… artık sabah kalkınca ne giyeyim ne takayım, servise yetişebilir miyim ya da Marmaray’a mı binsem demiyorum mesela. Beni bekleyen bir işim, günlük telaşlarım, öğle yemeklerinde buluştuğum arkadaşlarım, rutin akşam toplantılarım yok… onun yerine bugün ne pişirsem, dün yerleri silmiştim, bugün sadece toz alayım, çamaşır kuruduysa ütü yapayım var, biraz sosyal medya, biraz kitap, bol televizyon, dizi, film… yaşasın Netflix…başkalarının hayatlarına dahil oluyor zaman engelini aşıyoruz.
Tek değişmeyen gerçek, sevdiklerimiz… Bir çoğuna fiziksel olarak temas edemesek de, teknoloji sayesinde konuk oluyoruz birbirimize. Ailelerimiz ve dostlarımız bu süreçte tek dayanağımız. Onların varlığı, umudumuzu güçlendiriyor, güç veriyor.


Bu süreç ne zaman biter bilinmez, sinirler geriliyor zaman geçtikçe…. bittiğinde bizi ne bekliyor bilmiyoruz ama dünya değişiyor onu anlıyoruz. Sevdiklerime doya doya sarılmayı, deniz kıyısında içtiğimiz şarapları, tatili, işi, hayatı özledim ben de sizin gibi… Özgürlük içi daha dolu dolu bir kavram oldu benim için… o zaman yine bir şiirle veda olsun bugüne…
Paul Eluard’dan Özgürlük…

Uyanmış patikaya

Serilip giden yola

Hıncahınç meydanlara

Yazarım adını…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir